Akyörük Köyü Gençlik Kolları Web Sitesi
Akyörük köyü  
  Ana Sayfa
  Ziyaretşi defteri
  İletişim
  Forum
  Online Destek
  Gençlik Kolları Üyelerimiz
  Dost Sitelerimiz
  Sponsorlarımız 
  Anket( Oylama)
  Köyümüzün Genel Bilgisi
  Yerel Sözcükler
  Bizim Edebiyat Dersimiz
  Boyabat Ağzı
  Köyümüze Ait Söylemler
  Boyabat Kelimesinin Anlamı
  Boyabat Yöresi Manileri
  Boyabat Ağzında Gün Adları
  Mp3 & Tv
  İlahi dinle
  Canlı Tv İzle
  SinopTürkülerimiz
  Sohbet Odası Kullanım Bilgileri
  Sohbetteki Renklerin Görevleri Nelerdir
  Nickimi Nasıl Değişebilirim?
  Sohbet Odasını Türkçe Nasıl Yapabilirim?
  Özelden Nasıl Konuşabilirim?
  Diğer Baslıklar
  Resmimi Nasıl Değişebilirim?
  Boyabat Yemekleri
  Osmanlı Padişahları
  Sinop'ta Turizm
  Sinop Hava Durumu
  Online Hizmetler
  E-mail Mesajları
  Yahudi ve Hıristiyanları Dost Edinmeyin!
  Müslüman Kardesini Kendi Paranla öldürme!
  Filistinli Bir Kız Çocuğu
  Sizce İsraile Teşekkür mü etmeliyiz!
  Reklam Alanı
  Sitene Ekle
  Radyo Akyorukkoyu
  Boyabatttt yemekll
  sssssssss
  Yeni sayfanın başlığı
  menü köy menü
  dsfdsfs
  radyooo
  Yeni sfdsfsdayfanın bdsfsdaşlığı
  sadsadasdasdas
  sadasdasdsadasdasd
  ziyarrrrrtçi def
  Yeni sasdsdssssyfanın başlığı
  RADYO
  Yeni sayfanfdgdfgdfgın başlığı
  Radyomuzzz
Yerel Sözcükler

YEREL SÖZCÜKLER

 

 

Aşağıda kullanılan sözcük ve deyimlerde her ne kadar Boyabat ismini kullansak da, bu kelime ve deyimlerin gene aynı kültürü yaşayan Durağan ve Saraydüzü ilçeleri ile Kargı yaylalarında bulunan insanların ortak kültürü olduğunu unutmamalıyız. Bu bölgelerin kültür coğrafyası aynıdır ve birinde kullanılan kelime diğerleri için de geçerlidir.

Boyabat’a ait yerel sözcükler dört grupta incelenmelidir:

a)       Sadece bu bölgeye ait olan sözcükler.

b)       Söyleniş olarak birçok Türkçe kelimeyle aynı, gerçek veya mecaz anlam farklılığı kazanmış kelimeler.

c)       Türkçe’de kullanılan bazı kelimelerin değişikliğe uğraması ile oluşan sözcükler.

d)       Sadece Boyabat’ta kullanılmayan, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde de kullanılan ama sözlüklere girmemiş kelimeler.

Kelimeleri buraya alırken Türk Dil Kurumu’nun Sözlüğü temel alınmış, orada bulunmayan veya bulunup da anlam farklılığı ve anlam kayması olan kelimeler seçilmiştir.

Ayrıca, Boyabat Ağzında  “Nazal  N” denilen “burun N”si çokça kullanılır. Bu kullanım Anadolu’nun birçok yerinde mevcuttur. Bu ses dilin arka tarafının damağın arka tarafına değdirilmesi ve dilin üst ön dişlere yakın bir yerde dişlere değmeden durması ile çıkar. Bugünkü kullanımda en yakın ses tanımı N ve G seslerinin aynı anda çıkarılmaya çalışılmasıyla oluşur. Bunun için biz bu kullanımı kelime içinde (ng) şeklinde ifade edeceğiz.

Bu ağız özelliği ile ilgili olarak Bekir BAŞOĞLU’nun yapmış olduğu çalışmadan başka çalışma yapılmamıştır[1]

Şimdi, tespit edebildiğimiz kelimeleri aşağıya alıyoruz

A

Abu: Abla. “Abuma haber verin”

Acuk: Yabani acı elma

Acuğu çıkmak: Çok zayıflamış, şekli değişmiş olan. “Şu haline bak! Acuğun çıkmış.”

Ada: Irmağın menderesleri arasında kalan toprak parçası. “Adayı gene ırmak basmış diyorlar.  Gidip bir bakacağım.”

Ağnanmak: Çamur veya toz içinde yatarak yuvarlanmak, her tarafı çamur veya toz etmek. “Kömüşler çamurda ağnanıyorlardı”

Allem: Sonucu tahmin edilemeyen durumlar için kullanılan,  “Allah bilir” anlamına gelen “Allah-ü alem” kelimesinin kısaltılmış şekli “Allem gelecek, geleceğim demişti”

Amruksamak: Arzu duymak, imrenmek

Asmak: Ağır gelmek. “Çuvaldaki son bir kürek pirinci de koyunca, terazinin kefesi aşağı doğru astı.”

Astırmak: Ağır gelmek. “Tahterevalliye sen binince üçünü de astırdın.”

Atanak: Çocukların ok atma aleti için yaptıkları oyuncak yay.

Avloğ: Bahçe veya tarlaların etrafına dikenli çalılarla yapılan çit. “Avloğya diken kesmeye gidiyorum.”

Aydaş: Çok cılız, eneze, hastalanacak kadar zayıf, bir deri bir kemik olan kimse. “Şu haline bak!  Aydaşın çıkmış”

B

Banak: Lokma, Yufka ekmeğin dürülere yenebilecek kadar olan parçası “Ben banağımdan artırarak bu günlere geldim.”

Banmak: Lokmayı yemeğin suyuna sokmak. “Ekmeği yemeğe bandım, hemen  ağzıma attım.”

Banakçı: Onun bunun yemeğinden faydalanan, çöplenen kimse.

Bar: Beraber, birlikte. “Bekle de, ikimiz bar gidelim”

Barıkmak: Susamak

Bıdıl bıdıl: 1) Kısa adımlarla çabuk yürüyen kimse. “Bıdıl bıdıl dolaşıyor.”  2)  İş gördürmeyen ayak altında çok dolaşan çok hareketli çocuklardan söz ederken beğenilmeyen bir davranışı anlatır. “Aman! Bıdıl bıdıl ayağımın altında dolaşıyor.”

Bıdımık (Bıdımıcık): Azdan daha az, çok ufak veya küçük.“Ekmeğin kenarından bıdımık ısırmış.”

Bılkımak: Olgunlaşmış, en olgun halini almış her türlü meyve. “Bu kavun bılkımış bir kaşıkla yemeli”

Biçik: İnek yavrusu.

Bidümük. (Bak: Bıdımık)

Biki: Birkaç, bir miktar. “Biki onlara gittik geldik.” “Biki malzeme aldık.”

Bilik: 1) Ocaklarda saç altında ya da köy fırınlarında pişirilen iki kişinin doyacağı büyüklükte ekmek. “Tek başına bir biliği yedi.”    2) Çelik-çomak oyununda (Değnekle ve bir çomakla oynanan bir çeşit oyun) sayı “Üç bilik aldım.”

Bişi: Saç üzerinde pişen yufkaların üzeri yağlı sütle ıslanarak üstüne yeni açılan yufkanın konulmasıyla pişmesi için ateşe çevrilen ve bu şekilde yeni yufkaların eklenmesiyle kat kat yapılan ve daha çok bayramlarda pişirilen ekmek. Bu ekmek içine gene köylerde yapılan un helvası konularak yenir.

Bizehem (Bizeğem): Çok az, çok küçük miktarda.  “Bizehem düşün”

Boğba: Akılsızca iş yapan kimse. “Boğba yapmasaydı.”

Boğsa: Dolapların, sergenlerin üst kısmı, yüksek yer. “Lütfen, şunu boğsaya koy.”

Burulğan: Kramp, adale kasılması, Şiddetli ve ani olan sancı. “Ne yapsak! Hayvanın karnında burulğan var.”

Bükelek Tutmak (Cız tutmak, külek tutmak) : Özellikle yaz aylarında irice bir sinek türünün büyükbaş hayvanları ısırarak onlardan ayrılmaması, onları rahatsız etmesi. “Koş! İnekleri Bükelek/Cız/Külek tuttu.  Hepsi bir tarafa dağıldı.”

Büslegeç (Büsleğeç): Pişirilecek yufkanın saç üzerine konulmasını, aktarılmasını ve yufkanın saç üzerinden alınmasını sağlayan uzun, dar, ince ve yassı tahtadan yapılmış alet

C

Calay: Konuşma sorunu olmadığı halde kulağı duymaması sebebiyle konuşamayan kimse.“Konuşsana be adam!  Calay mısın?”

Cazu: Terbiyesiz, her zaman bencil ve ne pahasına olursa olsun haklı olmak için çabalayan kadın. “Cazuluk yapma”

Cıbır: Cıbıl kelimesinin değişmiş şeklidir ve üzerinde hiçbir şey bulunmayan kimse veya üzerinde hiçbir şey yetişmeyen, verimsiz toprak. “Adamın kafası cıscıbır olmuş.”  “Tarla cıbır kaldı.”

Cidoğ: Pis ve kirli olmak, “Gömleğin yakası cidoğ gibi olmuş”

Cıfıt: Sinir edici, moral bozucu kimse. “Çok cıfıt birisi, ne diyeceğimi şaşırdım.” “Adamı cıfıt etme.”

Cırmalamak: Kedilerin tırnaklarıyla yaptıkları saldırı hareketi. “Kedi kapıyı cırmalıyor.”  “Kedi elimi cırmaladı.”

Cırmık atmak: (Bkz. Cırmalamak)

Cırmık: Kedinin cırmıklama sonucunda bıraktığı tırnak izi. “Şu cırmık izlerine bak.”

Cıynak: İnsan ve hayvan tırnağı.

Cız tutmak : (Bkz. Bükelek tutmak)

Civan: Tarla sahipleri tarafından bentten suyu tarlalara getirmesi için görevlendirilmiş, parayla tutulan kimse.

Coştar (Çöştür) : İyi veya kötü her işin önünde koşan, kendine iş arayan gösteriş düşkünü kimse. “Bak! Coştar gene ortada iş hallediyor.”

Curu: Tadı beğenilmeyecek kadar duru.  “Anne ya, bu çorba çok curu olmuş.”

Cümbüzük: Her şeye ağlayan. “Bırak! Ona şaka yapılmaya gelmez. Cümbüzüğün tekidir. Hemen ağlar.”

Ç

Çalmak: Kenara çekilmek. “Veteriner, Ahmet’ten hayvanın poposunu kenara çalmasını istedi.”

Ça(ng)ılmak: Kafa üstü yere düşmek. “Kamyon köprüden aşağı dikdepe ça(ng)ıldı.”

Çarşak: Ayaklarını birbirine çarparak yürüyen insan veya hayvan

Çatkı: Gelin başına takılan kırmızı, yeşil renkli iki yazmanın örtülmesi.“Gelinin  çatkısı bağlanırken annesi ağlıyor ve babası dışarıyı seyrediyordu.”

Çeşme: Musluk anlamında kullanılır. “Çeşmeyi ört de gel!”

Çokmak: Köpeğin saldırması. “Köpekler üzerimize üzerimize çokuyorlardı.”

Çokratma: Kaynatılmış mısır ya da buğday, hedik.

Çörüş: Köy düğünlerinde konuklarla ilgilenen kimse, Konukbaşı.

Çöştür : (Bkz. Coştar)

D

Dağnamak: Kınamak. “Dağnama,  başına gelir.”

Da(ng)suğa gitmek: Yapılan işin acayip karşılanması ve kabul edilebilir olmaması. “Annesinin elini öpmek yerine kibar bir şekilde sıkması da(ng)suma gitti. Senin gitmedi mi?”

Daraba: Bahçenin sınırlarını belirleyen ve etrafını çeviren parmaklık. “Bahçeye girerken darabadan atlamışlar.”

Dasdingil: Gideceği yere gerekli hazırlığı yapmadan giden kimse. “Otele dasdingil gelmişim. Yanımda ne pijamalarım, ne de param var.” “Dasdingil pikniğe gitmişiz. Aç kaldık.”

Davgun: 1)Yaptığının cezasını gene kendisi çeken. “Davgunuma yapmasın. İşte böyle olur.”   2) Taun hastalığı, veba “Davgun bile yapışmaz.”

Değnekçi : Köy düğünlerinde düğünün önünde koşan, düğün öncüsü.

Depük: Tekme. “Depüğü yiyince yere serildi.”

Dığdığı:1) Kalbur altına geçecek kadar küçük pirinç parçaları veya kırıntıları. 2) Uzak akraba. “O mu? Çok uzaktan akraba. Dığdığının dığdığı.”

Dırga: Yapılan hiçbir işten memnun olmayan, sürekli sorun çıkaran kişi, oyunbozan. “İşi onun istediği gibi yapın. Gene dırgalık yapar, başımıza dert olur.”

Dilçuk: Dilin üzerinde çıkan, acılı, beyaz kabarcıklar. “Dilimde dilçuk çıkmış.”

Dilik: Dilinmiş olan, keskin bir aletle ayrılmış yer ya da şey. “Elbise dilik dilik olmuştu.”

Doğah: Camız (Kömüş) türü hayvanlara  “dur” anlamındadır.

Do(ng)ra: Elin üstünde oluşan kabuklanmış kir. “Eli do(ng)radan çatlamıştı”

Dolu Pazarı: Kusur pazarlarından sonra kurulan pazarlar. (Bkz. Kusur Pazarı)

Dombu (Dombi): 1) Çam ağacından yapılan su kabı, Senek. Plastik su bidonları için de bu kelime kullanılmaktadır. 2)  Çocuklar arasında çok şişman olanlar için kullanılır. “Bizim dombi geliyor, arkadaşlar!”

Durgutmak: Durdurmak  “Onu yolda durguttum, nereye gittiğini sordum.”

Düşük: Her gördüğünü isteyen. “Çok düşük bir çocuk”

E

Ebcük: Zurnanın ağza alınan ve üflenince ses veren kamıştan yapılmış parçası

Eci: Abla, kardeş “Aman ecim sen de!”

Ede-Göde: Çocuklar tarafından yapılan hem oyun ve hem de yağmur duasıdır. Çocuklar toplu halde ev ev dolaşarak pirinç, yağ ve tuz toplarlar. Topladıklarını ya pişirir ya da pişirttirerek yerler. Bu pilava Ede-Göde pilavı denir.

El atmak: Yardım etmek, tamir etmek  “Arabaya bir el atta çalıştıralım”

Emi: “Tamam mı? Unutma!” anlamında tembih sözü. “Gidersen ona selamımı söyle emi.”

Ersün: Hamurları kesmeye yarayan, demirden yapılmış, ağzı geniş bir çeşit spatula.

F

Ferfene: Köylerde insanların bir araya toplanıp kebap yapıp, eğlenmesi.

Feşel: Daha çok küçük çocuklar için yerinde duramayan yaramaz arsız ama aynı zamanda sevimli. “Bak şu feşele! Gene ortalığı karıştırmış.”

Filke: Musluk.

G

Gadak: Kardeş, arkadaş. “Gadağım,  bu gün ortalarda yoktun.”

Galdırgavşak: Çok gevşek, çok bol “Masa galdırgavşak olmuş”

Gapcuk (Kapcık) : 1)Mısırın bitkisinin dışındaki kabuk. “Mısırı kapcuklarından çıkarıp, birbirine bağladılar.”   2) İnsanları aşağılamak için kullanılan bir hakaret sözü. “Gapcukluk yaptı gene. Sinirlerim bozuldu.”

Gayren: Etkili olmak, sözü geçmek. “Ona gayrenim geçer, beni kırmaz.”

Gavsa: "Gavs”; anladığımız kadarı ile bu kelime “Göğüs” kelimesinin değişime uğraması sonucunda “göğüs” kelimesi “dövüş” kelimesinin “döğüş” şekline dönüşmesi gibi “gövüs” şekline dönüşmüş ve ve gene değişime uğrayarak “gavs” şekline dönüşmüştür.

Gavsa daralmak: Göğsü sıkışmak, bunalıma girmek. “O küçücük odada gavsam daraldı”

Gavşamak: Gevşemek “Sandalyenin ayakalrı iyice gavşadı”

Gavuç: Fıtık çıkması veya fıtığı çıkmış kimse. “Ahmet gavuç olmuş”

Gavucu çıkmak: Fıtık olmak.

Gem: Ekin demetini bağlamak için kullanılan gene ekinden yapılan ip.

Gı: “Kız” kelimesinin kısaltılmış şeklidir, “Be” ünlemine yakın bir anlam ifade eder. “Öyle değil mi gı?”

Gınıkmak: Sıvı şeylerde yeteri miktara ulaşmak, kanıkmak. Genellikle “gınıkamamak” şeklinde olumsuzu kullanılır. “Yahu o kadar terlemişim ki; suyu içiyorum, içiyorum gınıkamıyorum. Tam beş bardak su içmişim.”

Godoş: Kendisini üstün gören, kendini eki sanan, kafası çalışmaya kimse. “Bak! Nasılda godoşlana godoşlana yürüyor.” “Seni böyle bırakır giderler işte, akıllı godoş!”

Godoşlanmak: Hindi gibi kabaran, kendini diğer insanlardan üstün gören kimsenin hal ve tavırları. “Baksana! Godoşlana godoşlana yürüyor.”

Godu: Hindi, ibi.

Gol: Helâ, Tuvalet.

Goğunsamak: Yanık kokusu olan. “Et sanki goğunsumuş.”

Göde: Kurbağa.

Gögercük (Gövercük): 1)Ham, olgunlaşmamış meyve             2) Bitkilerin yeşermiş hali.

Gölbez: Köpek yavrusu. “Gölbez gibi bağırdı durdu, susturamadık.”

Göper: Tarlalarda veya arazide toplanmış taşların meydana getirdiği yığın.

Görebi: Dikenli çalıları kesmek amacıyla (Bu çalılar özellikle çit yapmakta kullanılır.)  kullanılan ucu eğritilmiş bir çeşit kesici alet.

Gözlük: Bağdadi ve Kandil evlerde ocağın yanında bulunan küçük raflar.

Gudurak: Lades.

Gunnamak: Kedi için yavrulamak. “Bizim kedi dün gece gunnamış.”

H

Hapaz: Bir avuç  dolusu. “Cebime hapaz hapaz leblebi koydu.”

Harhar : Çok büyük çuval.

Harpuçlamak : Bir şeyi avuç ve parmaklarını kullanarak ezmek. “Yemeği gene harpuçladı.”

Haya (He ya): “Öyle değil mi?”  anlamında kullanılan bir ünlem. “Geçen gün gene buraya oturmuştuk. Haya?”

Hayat : Köylerde yaylımdan dönen hayvanların ahırlarına girmeden önce dinlendikleri üstü kapalı etrafı açık yapı.

Heleme : Özelliğini kaybedecek kadar birbirine karışmış olan. “Nasıl kaynattın, yemekteki patlıcanla pirinç heleme olmuş.”

Helkek : Helke.

Herkil: Yiyeceklerin muhafaza edilmesinde de kullanılan küçük  ambar.  "Yumurtaları herkile koymuştum, oradan alıver.”

Holpak : Geniş, bol. “Bebeğe elbisesi çok holpak geldi.”

Holtan: Çarıklara su ve çamurun sızmasını önlemek için konulan parça.

Hopan: İri, çok etli. “Hopan erik mübarek”

Hopur: Acuk denilen aşısız, yabani elmanın dilimlenerek pişirildikten sonra tiliz çuvalda sıkılarak posasından  ayrılarak yapılan bir çeşit yiyecek.

Hortlu : Küçük ve bakıma muhtaçken annesi ve babası ölen çocuk. “Ha onlar mı? Daha beş günlük iken bir trafik kazasında hortlu kalmışlar.”

Höbelen: İlkbaharda çıkan ve yenilebilen bir mantar türü.

Hökümlü olmak : Müdaresiz ve gururlu olmak. “Baksana hökümlü hökümlü yürüyor.”

Höldür höldür : Çok bol. “Bu pantolonu giymem, baksana höldür höldür.”

Höldür höşek: Çok bol ve esas şeklini kaybetmiş olan eşya. “Şu halıya bak! Höldür höşek olmuş.”

Hölpüm: Bir yudum. “Bir hölpüm kahve bile vermedi.”

Hüşkü: Süprüntü, çöpe atılacak küçük şeyler. “Hüşküyü faraşa topladı ve çöp  kutusuna yöneldi.”

Imırga: Körpe, taze. “Imırga salatalığı severim.”

Ingıldamak: Kımıldamak, konumundan hafifçe uzaklaşmak. “Bu adamı yerinden ıngıldatamıyoruz.”

Irıp: Düzenbazlık, aldatma işi.

Irıpçı: Düzenbaz, aldatıcı kişi. “O, ırıpçının    biridir. Dikkatli ol.”

İ

İbi: Hindi.

İbik: Kenar, köşe, uç taraf. “Parmağı kopmuş,  sadece derinin ibiği tutuyordu.”

İçitmek : Ceviz, fındık gibi sert kabuklu meyvelerin içinin çıkartılması. “Cevizleri içittim mi?”

İlsinmek (Elsinmek): Yabancılama, yabancı sayma. “Beni hala ilsiniyor.”

İşşş! : Acıma ve beğenmeyi ifade eden bir hayret ünlemidir. “İşşş! Nasılda acıdan kıvranıyor. Yavrucak” “İşşş!Bu ne böyle ya! Mükemmel olmuş.”

K

Kabran: İnce tahtalardan bükülerek, silindir  biçiminde yapılan kutu. “Bir  kabran dolusu yağ aldım.”

Kadınım (Gadunum, oh gadunum, Gadunum Allahım) : Beğenilen ve hoşa giden şeyler için kullanılan bir ünlemdir. “Oh  kadunum! Ayranda bu sıcağa iyi   gitti.”

Kâha: Kâha tavası denilen kenarı alçak, Genişçe tavanın içinde yağda kızartılarak yapılan içi boş hamur işi.  “Canım isterse kâha yerim / Durur  durur daha   yerim.”

Kak: Elma, armut gibi meyveleri dörde bölünmüş parçalarından biri veya Diğer yiyeceklerde parça. “Bir kak elma    versene” “Bir kak kuru ekmeği bana çok  gördü.”

Kalan: Bitmemiş kısım, artık. “Kalan işimize  bakalım.”

Kandil :  Kalasları birbirine geçirmek suretiyle yapılan evlerde kullanılan her bir kalas.

Kandil Ev : Kalas Kalasların birbirine geçirilmesiyle kurulan ev.

Karaçanaklı: Yemek kapları ve tabakları pis olan aileye denir. “Onlar mı?  Karaçanaklıdırlar.”

Karşıgeçe : Akarsuyun veya çukurun karşı tarafı. “Irmağın kenarına geldiğim zaman, babamın beni karşı geçede beklediğini farkettim.”

Kavurga (Gavurga): Mısırın ateşte patlamış hali

Kazık (Gazuk) olmak : Hiçbir yere yakışmayan, hep ortada kalan için kullanılır. “O mu? Bırak! Hiçbir işe yaramaz kazığın (Gazuğun) tekidir.”

Kelik : Tarlaların kenarlarına tarlayı beklemek veya çalıştıktan sonra dinlenmek için ahşap malzeme kullanılarak yerden yüksek olarak inşa edilen kullanılışına göre bazen üç tarafı da kapalı, bazen sadece  çatısı kapalı olarak yapılan baraka.

Keşen: Çeltik bitkisinin ekilmesinden önce suyla dolu tarlanın karıştırıp bulamaç haline getirilmesini sağlayan (Çeltik bu suyun durulmasında sonra ekilir.) hayvan veya traktörle çekilen ağaçtan yapılmış tarak biçiminde dişli araç.

Keşen çekmek: Keşenle çeltik ekilecek  tarlayı bulamaç haline getirmek.

Kete : Düğünlerde takı dışında getirilen hediyeler. “Düğün evine kete götürdün mü?”

Kete Çıkarmak : Düğünde düğün evine götürülen takı dışındaki hediyeler.

Kevük: Mutfaklarda kullanılan çatal türü bir alet. Dalları aşağı çekmek için kullanılan ucu “V” şeklinde olan sopa.

Kevük kesmek: Donacak kadar üşümek. “Dün gece soğuktan kevük kestim.”

Kırık : Eşek yavrusu.

Kıtırpiyos : Adi, Cimri “Bırak şu kıtırpiyosu. Bizi onunla uğraştırma”

Kiren: Kızılcık ağacı ve meyvası.

Konat (Konak): Köylerde düğüne dışarıdan gelen erkeklere ayrılan evlere düğü süresince verilen isim.

Konuşuk : Konuşma

Koyuk: Hoş, hoşa giden. “Davulun sesi   uzaktan koyuk gelir.”

Kölek (Bükelek, Cız tutmak): Özellikle yaz aylarında büyükbaş hayvanları ısırarak onları rahatsız eden ve onlardan kolay kolay ayrılmayan irice bir sinek türü. “Koş!İnekleri kölek tuttu.  Hepsi bir tarafa dağıldı.”

Kömüş : Camız

Kumpiri: Patates.

Kunnamak (Bak: Gunnamak)

Kupay: Bir cins av köpeği

Kuruluk : Mahsulun kuruması için üstü kapalı, etrafı ehemmiyetsizce çevrili yer.

Kusur Pazarı: Bayramlardan sonra kurulan pazar.

Kül Temeği : Kandil evlerde kül dökmek amacıyla evin arkasında bulunan pencere.

Küntüre : Akarsuların toprağı yememesi için ırmak kenarlarına ağaç dalları ve taşlar yardımıyla kurulan barikat, set.

Kürük: Burnu kısa insan veya ucu kısa olan eşya.  “Kürük burunlu çocuk.” “Kürük kazma”

Küt : 1)  Ucu sivri veya keskin olmayan “Bu bıçağın ucu küt.”  2)Belden aşağısı tutmayan kimse. “Küt cemal gene ellerine girdiği terliklerle yavaş yavaş sürünerek geliyordu.”

M

Mada: İştah, yeme isteği. “Lütfen üsteleme, adam almıyor.”

Me: “Al” anlamında bir söz. “Me, al kitabını”

Meh: Evcil eti yenilebilen hayvanların çağırılma sözüdür. “Meh, meh... Gel    Sarıkız’ım gel.”

Meksetmek: Bekletmek. Birini işinden   alıkoymak. “Kusura kalma, seni meksettim.”

Mengül: Bilezik

Mındak: Kedi yavrusu

Motor: Traktör  “Motor, neredeyse çocuğu ezip geçecekti”

O

Oklağaç: Oklava

Ot kabartan: Küçük taneli zarar vermeyen dolu. Buna ebem bulguru da denir.

Ö

Öllü(ng)körü : “Elinin körü” ifadesinin halk dilinde kullanılışı “Şuna bak bana öllü(ng)körü der gibi bakıyor”

Ötegeçe : Akarsuyun veya çukurun karşı tarafı. “Sen ötegeçede ben bu geçede kalakaldık.”

P

Pezü: Hamur yassıağaçta açılmadan önce küçük hamur topları şekline getirilmesi. “Üç pezülük hamur kaldı.”

Pı(ng)kılpıs: Bulgur ufağının suda kaynatılarak, içine tuz, soğan ve yağ  konularak yapılan bir çeşit yemek.

Pıta : Genellikle beyaz (az da sarı ve siyah olarak kullanılan renkleri de mevcuttur) kumaş üzerine siyah renkli baskı ile yapılan ve kadınların başların örtmekte kullandıkları 120’ye 120 örtü.

Pinnik: Kümes. “Tavukları pinniğe koydum.”

S

Sadır: Hayvan sidiği. “Sizin dam çok sadırlı.”

Saf: Ahmak, uyuşuk. “A benim saf oğlum”

Sa(ng)sak :  Saksağan

Sarsuk : Hareketleri dengeli olmayan, akıl ve hareket olarak insani dengesini kaybetmiş gibi davranan. “Sarsuk sarsuk yürüyor ve sarsuk sarsuk etrafa bakıyordu”

Sepken: Dolu. “Sepken tarlayı ezmiş, geçmiş.”

Serit : Sırık kebabı yapılırken bir vasıtasıyla pişen etten toplanan yağ.

Seyisana: Bazı köylerde, düğünlerde zahire götüren erkek.

Sığınamamak : Çok yiyerek rahatsız olmak. “O kadar çok yemişim ki sığınamıyorum”

Sıvatlık : Köylerde su kenarına çamaşır yıkamak için yapılan etrafı örülü üstü açık mekan

Sile: Herhangi bir tahıl ölçeğini fazlaca  tahıl ile doldurduktan sonra kenar  hizasından elle veya bir aletle fazlalıkların alınmasıdır. “Biz buğdayı silme    koyarız.”

Sivrik: Topraktan yeni çıkan tahıl yeşilliği.

Soyğun: Ölünün üzerinden çıkarılan giysiler.

Su tutmak : Suyu akarsudan su kanalına aktarmak veya tarlayı sulamak. “Yarı ırmağa su tutmaya gidiyoruz.” “Tarlaya su tuttun mu?”

Sürgeç: 1) Bulaşık yıkanırken  kiri çıkarmak için kullanılan bez, el bezi    2) Bişiyi sütle ıslamak için kullanılan ucu bezli çubuk.

Süyen: Bahçe veya tarlaların etrafına çakılan sivri kazık.

Ş

Şambal:  1)Yuvarlak ve elips şekillerinin  gerçek şeklinde olmaması “Şambal bir daire olmuş”  2) Kafatasının simetriği olmayan kimse.

Şellepçi: Yaptığı işi baştan savma yapan, hileli yapan veya hilesini gizleyen kimse için kullanılır. “O, şellepçinin yaptığı  sandalyede oturulmaz, ya bozulur, ya da kırılır.”

Şibi : Ördek yavrusu.

Şibidik : Ayağa giyilen çok dar ve kısa giysinin görünüşü. “Şibi (Ördek yavrusu)’nin bacağı gibi” anlamında kullanılır.

Şilepe: Yemiş ve tatlıların bıraktıkları yapışkansı leke. “Ellerin şilepe olmuş, bir yere  dokunman onları yıkayalım.”

Şişkin: Şımarık, kendini beğenmiş kimse. “O mu? Sakına! Şişkinin biridir.”

T

Taslık : Eski ev odalarında dolabın yanında veya tavana yakın yapılmış raf    ya da raflar.

Tehne : Tenha. “Tehne bir sokağa girmiştim, çok korkuyordum.”

Teltük : El becerisi iyi olmayan, her şeyi elinden düşüren, kırıp, döken. “Teltük teltük hareketleri var.”

Tepecik : Ekin halindeki buğdayın yığın hali.

Tetmek: Kurumuş bir şeyin düşmesi veya asılı olan bir şeyin yerinden kurtulması. “Bir baktım ki, ceket tetmiş yere düşmüş. Hemen yerden aldım”

Tırnakçı : İki kişiyi birbirine düşüren

Tırsmak : Korkudan yapacağı işten vazgeçmek, geri dönmek. “Üzerine yürüyünce nasıl tırstı, gördün mü?”

Tiliz : Kendir lifinden yapılmış çuval.

Tiril: Kesin. “Senden tiril söz istiyorum.”

Tiril tiril olmak : Çok ince olmak. “Yufka  tiril tiril olmuş.”

Tomoşo : Birinin üzerindeki giysinin katlanarak, buruşuk hale gelmesi. “Şu üstündekilere bak! Tomoşo olmuş.”

Toruş: Bir kağnıyı çekmeyen camızlara yardım amacıyla getirilen camızlara  verilen ad.

Tuzdağın olmak : Tuz taneleri kadar küçük parçalara bölünerek dağılmak.  “Şekerlik çocuğun elinden düşünce tuzdağın oluverdi. Her parçası bir yere dağılmıştı..”

U

Ustun: Çatı inşaatında aşık adı verilen  ağaçların en üstüne konulan aşık ağacı.

Uymak : Sataşmak, kavga etmek. “Ama önce o bana uydu.”

V

Varivi: Yürü git anlamında bir kelime. “Varivi. Varivi. İşini gör de gel.”

Vidik: Köpek yavruları bu sözcükle   çağrılır.

Viriyy (Vriyy): Şaşkınlık, hayret bildiren  bir ünlem. “Viriyy !.. Başıma gelene bak.”

Y

Yantiri (Yantirik, yantiriş): Yan yan veya bir ayağı kısa olan kimsenin yürüyüşü. “Şuna  bak! Yantiri yantiri gene bir yerlere gidiyor.”

Yapaz: Boynuzları arkaya doğra yatmış   olan büyükbaş hayvan

Yanuç : Yengeç.

Yapışmak: El ile tutmak. “Çuvalı sırtıma koyacağım, kenarından yapışıver.”

Yapuklu : Saçı taranamayacak kadar çok karışmış olan

Yarınsı gün : Bir sonraki gün “Haberi aldığımız günün yarınsı günü yola çıktık.”

Yarsımak: İmrenmek, nazar etmeden kendisinin de olsun istemek.  “Ne güzel dantel,   yarsıdım”

Yaslağaç : Üzerin de hamur açılan dört  ayaklı, yuvarlak yassı tahta, Yastığaç.

Yazmak : Yaslalağaçta hamur açma işi. “Kız bu yaslağaçta ne güzel hamur yazılıyor.”

Yazım ekmeği : Pişirilen yufkaların kuru olarak muhafaza edilmesi ve tüketileceği zaman ıslanarak yemeğe hazırlanması şeklinde kullanılan ekmek.

Yedek : Genellikle kahvehanelerde çay suyunu kaynatmakta kullanılan küçük su tankı. “Yedek yavaş yavaş kaynıyor ve demliklerin yanından buharlar çıkıyordu.”

Yeğnişek : Oldukça hafif, yeğin. “Bu çuval yeğnişek. Çocuk bile taşır.”

Yelepmek: Bir şeyin rüzgarda dalgalanması. “Çarşaf  rüzgarda aşağı yukarı    yelepiyordu.”

Yerişmek : Sonradan diğerlerine ulaşmak. “Siz gidin ben size yerişirim.”

Yılankırkan :  Çok cimri kimse. “O yılankırkanın biridir.”

Yişek (Yeğnişek): Hafif “Oğlum sen de amma yişeksin.”

Yiygü: Yenilecek şeyler.

Yoka : Sığ, derin olmayan. “Suya baktım su çok yokaydı”

Yuvalak : Çeltiği kabuğundan ayırmak amacıyla harmanlarda kömüş(camız)lere bağlanarak çeltik üzerinde gezdirilen büyük ahşap silindir. Şekli hamur merdanesine benzer.

Z

Zeklenmek : Karşısındaki insanın sözü ve davranışı ile alay etmek veya espri yapmak, zevklenmek. “Benimle zekleniyorsunuz. Bir gün ben de sizinle zeklenirim.”

Zımzık: Yumruk. “Zımzığını tepsiye vurunca,  sofra devrildi.”

Zıvala: Yufka ekmek açılırken kesilen bir ekmeklik hamur, pezu

 
www.akyorukkoyu.tr.gg  
 

Bilgileriniz sistemimize kaydedilmektedir.


 
SonDakikaHaber  
 

 
Takvim  
 

 
SiteyiArkadaşınaTavsiyeEt  
 

http://akyorukkoyu.tr.gg

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol